“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…”
Bir kurdun gözlerine benzetti Mustafa Kemal Atatürk’ü… Bir milletin kanının son damlasına kadar verdiği mücadelenin destanını yazdı. Yıllarca dillerden düşmeyen bu şiir, her 30 Ağustos Zafer Bayramı günü gururla anıldı.
Yükü ağırdı Nazım Hikmet’in. Yazdığı metin, bir milletin dünyaya haykırışıydı. Haliyle kolay da olmadı o destanı kaleme almak. Yıllar sürdü…
Yer: Ankara. Havada fırtına gibi esen bir kasvet vardı. Umut ona karşı siper aldı. Cumhuriyet, henüz gençti. Yazar-Düşünür Şevket Süreyya Aydemir’in evi. O evde Emniyet Genel Müdürü İbrahim Şükrü Sökmensüer ve Nazım Hiktmet Ran vardı. Ve Nazım Hikmet o evde bir şiir okudu.
O şiir, İspanya içsavaşının şiiriydi. Şiir karşısında duygulanan Şükrü Sökmensüer, Nazım Hikmet’e “Bizim milletimizin istiklal savaşında verdiği mücadeleyi hiç bir şairimiz kaleme almadı” dedi. Nazım Hikmet’ten Anadolu destanını yazmasını istedi. Ama bu destanı yazmasını ondan isteyen başka biri daha vardı. O isim, Ali Fuat Cebesoy’du.
“Düşündü birdenbire kayalardaki adam
Kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük ne kadar uzundular?
Bir çoğunun adını bilmiyordu.
Yalnız, Tunan’dan önce ve seferberlikten evvel
Geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.”
Nazım nihayet şiiri yazmaya karar verdi. Yıl 1940’tı. O sıra Çankırı Cezaevi’ndeydi Nazım. Burada yazmaya başladığı destan, 1941 yılında Bursa Cezaevi’nde tamamlandı.
“Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeye başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
Ve pırıltılar görüp ve çok uzak
Çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
Bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
Şahlanıp ölesi geliyordu insanın.”
Destan öylesine büyüktür ki tıpkı anlatmaya çalıştığı mücadele gibi. Yıllar geçtikçe değişiklikler yapıldı. Melih Cevdet Anday, aslında bu destanın 1950’de bittiğini söyledi. Çünkü Nazım aranıyordu. Bu nedenle de bazı tarihi belgelere ulaşması imkansızdı. 1950 yılında Abidin Dino’nun evinden Melih Cevdet Anday’dan o belgelere ulaşmasını istedi. O bilgiler ışığında destana eklemeler yapıldı.
“Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
Onlar ki toprakta karınca,
Suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
Korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Kitabımızda yalnız onların maceraları vardır…”
Nazım’ın yazdığı ve sekiz bölümden oluşan Kuvayi Milliye Destanı, 1968 yılında yayınlandı. Nazım Hikmet, şiirinin yayınlandığını göremedi. Şiir bir bütün olarak 1974 yılında tekrar sunuldu. İçinde Abidin Dino’nun 18 çizimi de yer aldı.
Kuvayı Milliye Destanı, her 30 Ağustos günü kutlanan Zafer Bayramı’nda dillendirilen, Milli Mücadele’yi en ince ayrıntısına kadar tasvir eden sembol oldu.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.